HAYAT BOYU İLETİŞİM YAZI DİZİSİ – 1

sevgili blog takipçilerimiz bu yazı dizimizi bizi kırmayarak yazan psikolog ipek Erdoğan a borçluyuz. şimdiden teşekkür ediyorum…..

GÜVEN- AiLE- ÇOCUK

Kendine güvenen bir çocuk yetiştirmek ister anne babalar. Peki siz çocuğunuza güveniyor musunuz?

Kendi kendine yetebilen, fikirlerini özgürce ifade edebilen, hayatta emin adımlarla ilerleyen bir çocuk yetiştirebilmek her anne babanın hayalidir.

Kendine güven; kendin olmaktan utanmamak yani “olduğun gibi kabul edildiğini” hissetmektir. İlk nerede olduğunuz gibi kabul edildiyseniz, o anı ve o kişiyi unutamazsınız. Kendine güvenen insan hayata güvenir. Hayata güvenen insan, hayatla ya da kaderle ve aslında  yaratıcısıyla boş mücadeleye girmez; ona bahşedilen hayatı müşahede eder. Her şeyde bir hayır var diyebilir, huzurla yaşamı hisseder. Kendi olmaktan utanmayan insan,  hem biricikliğini hem de diğer tüm yaratılanlardan biri olduğunun bilinciyle yaşama saygı duyar, çevresine huzur saçar.

Kim böyle bir evlat yetiştirmek istemez ki…

Bu zamana kadar defalarca duyduğunuz bir gerçek, güven duygusu ailede tesis edilir. Evet ama nasıl? Aile dünyayla ilk temasımız, en yakin ilişkileri kurduğumuz, hayatı anlamaya çalışırken -orada yaşadıklarımızı, hislerle, duygularla, anılarla biriktirerek- hep ilk referans noktamızdır.

Genellikle anne, baba ve çocukları kapsar aile kavramı. Çocukların maddi manevi tüm sorumluluklarının alındığı yerdir.  Çocukların yiyeceği, içeceği, giyeceği, gideceği okul, alacağı eğitim, barınacağı sıcak yuva vs. aklınıza gelebilecek tüm ihtiyaçlarının ailede karşılanması beklenir. Çoğu zaman anne babaların özverileri, hele yavrular hastayken had safhadadır. Ancak çocukların sadece maddi ihtiyaçları yoktur. Karnı tok, sırtı pek, altı da temiz yani kendine güvenli bir bakım verildiğini hisseden bir bebeğin, bir de sevgiye ihtiyacı vardır ki bunu bebeklerle yapmak çok kolaydır.  Okul çağıyla birlikte çocuğa sorumluluk verme adına yapılan bir yanlış olarak daha az sevgi ifadesi gösterilir. Ergenlikte ise neredeyse birçok ailede çatışmadan başka bir şey görülmez. Ama çocuklarınızın hala manevi ihtiyaçları vardır; bunlar nereden karşılanacak? Bir insanın en temel ihtiyacı “varoluşuna saygı duyulmasıdır“. Sen varsın, buradasın, duyguların, düşüncelerin, nasıl ifade edeceğini bilemesen de hislerin var ve tüm bunlar benim için çok değerli. Varoluşunuza saygı duyulduğunu hissedeceğiniz yer de tam olarak ailedir.

Aile dışında başka türlüsü elbette mümkün ama kişi, nerede duygularını, düşüncelerini rahat ifade edebiliyorsa; nerede kendi gibi olmaktan utanmıyorsa, kendini oraya ait hisseder. Sizin evinizde doğan, sizin ahlakınızla, kültürünüzle, mayası sizden olan bir çocuğun, kendisini ailenize mi ait hissetmesini beklersiniz yoksa tahmin bile edemeyeceğiniz kişilere, dijital platformlara, oyun, sanal dünya vs.?

Aile ve çocuklarla çalışan bir psikolog olarak, seanslarda sürekli karşılaştığım durum ne bilmek ister misiniz? 

Anne babanın, evlatlarının onları bir düşman gibi gördüğüne inanmış olması ve aynı şekilde çocukların anne babalarının sevgilerinden çok, tavırlarını düşmanca yorumlamaları. Hayır, ne onlar sizin düşmanınız ne siz onların. Sadece işleri kopma noktasına getirmiş ve en büyük sıkıntının iletişim kuramamak olduğunu göremeyen ya da nasıl iletişim kuracağını bilmeyen aileler bu görünen tablo.

“E hocam sen de hep bize yüklendin, bu çocukların hiç mi suçu yok?” Bu veryansınların neden anlamsız olduğunu size şöyle açıklayayım. Evet, elbette çocukların yanlış tavırları var ama gözden kaçırılan bir nokta, çocuklarla anne babaların ilişkileri hiyerarşiktir. Yani çoğunlukta anne babalar verici, çocuk alıcı durumundadır; yanlış bir tavır olması, dürüstçe anne babanın acaba biz nerede yanlış yaptık eleştirisine ve çözüme götürmelidir. Yoksa hakaret, nankörlükle suçlama, nefret kusma çözüm değil, sadece değersizlik duyguları aşılar.

Değersizlik duygusu öyle başa beladır ki hayatı yaşanmaz kılar. Varoluşuna saygı duyulmadığını hissetmek, kendin olmaktan utandırılmak,  bu hayatta kendini sürekli bir sığıntı gibi görmenin sonuçları ya yetersizlik duygusuyla baş edemeyen ve hayatta hep yanlış seçimler yaparak kendini yıpratan  ya da aşırı mükemmeliyetçilikle yetersizlikle duygusunu örtbas etmeye çalışarak kendinden kaçan birine dönüşmektir. Her iki durumda da kişi kendisine dürüst değildir.

Bu hayatı “kendi olmadan” yaşayan insan gerçekten yaşamış mıdır?

Varoluşunuza saygı duyulduğunu hissettiniz mi? Bu coğrafyadakiler için cevabı oldukça zor bir soru. Nefes alındığı sürece ise her şeyin bir çözümü vardır. Sevgini iyileştirici ve dönüştürücü gücünü kullanabildiğimiz zaman çözümün kolaylığı ortaya çıkar.

Şimdilik bu giriş mahiyetindeki yazımıza kendinize sormanızı istediğim bir soruyla ara verelim, devamı gelecek:

“Hayatınız bir an olsaydı, o ne olurdu?”

2 Comments

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s